Bu çaba dâhilinde Müslümanlar, insan olmayan,
akıldışı hareketleri bulunan bir öteki olarak takdim ediliyor. Dolayısıyla
onların en ağır boyunduruğa mahkûm edilmesi isteniyor. Harris, Irak Savaşı
esnasında takipçilerine şunları söyleyebiliyor:
“Müslümanların
öngördüğü tek gelecek, tüm kâfirlerin Müslümanlaştırıldığı, politik olarak
boyun eğdirildiği veya öldürüldüğü bir gelecek. Uygar insanlar ise Irak
halkının hayatını geliştirmek için, onca bedeli ödeyerek, çaba sarfediyorlar.
Müslümanların ABD ve Britanya’nın dış politikasına yönelik öfkesi, özünde
teolojik endişelerden kaynaklı bir öfke.”
Temelde Harris, bizim devletimizin öldürdüğü
kadınlara, erkeklere ve çocuklara üzülmememiz gerektiğini söylüyor. Onlar
aslında bizleri, bilhassa ürkek ve zayıf liberalleri, en küçük fırsatı bulsalar,
memnuniyetle öldürebilecek, vahşi Müslümanlar. Bu savaşlardan rahatsız
olduğumuz, yabancı halklara yönelik zulmü eleştirdiğimizde Harris, o
yapılanları bir tür özgecilik olarak tarif ediyor. O insanlar, barbarlığa
meyilli, akıldışı inançlara sahip kişiler çünkü.
Harris, yalana batmış, tuhaf laflar ediyor. Bu
halkların uzun zamandır sömürgeciliğin ve emperyalizmin kurbanı olduğunu
görmüyor. Aime Cesaire’ın tespitiyle. “Sömürgecilerin fethi, yerli halka
yönelik küçümsemeye dayanır ve bu küçümseme üzerinden meşrulaştırılır.
Sömürgeci, vicdanını biraz olsun rahatlatmak için ötekini bir tür hayvan olarak
görür.”
Eskiden bu sömürü, Hristiyanlığın yayılması
üzerinden meşrulaştırılıyordu, bugünse “liberal” değerlerin şiddete başvurarak
yayılması temelinde meşrulaştırılıyor. Harris, en barbar siyasetleri,
işkenceyi, ırkların gözetlenip takip edilmesi, hatta nükleer savaşı savunmasına
karşın, hâlâ daha liberalizme ait ilkeleri cesurca savunduğunu iddia
edebiliyor. Yeni Ateizm kampının diğer bir şövalyesi Bill Maher ise
“liberallerin liberalizmin ilkelerini savunmaları gerektiğini” söylüyor.
Aslında o da Harris’in yeni sömürgeciliğe dayalı söylemini besliyor ve
destekliyor.
Esasında burada “liberal” sözcüğü radikal mânâda
yeniden tarif ediliyor. Bu noktada Noam Chomsky, Bertrand Russell ve Karl Marx
gibi solcu ateist isimlerle emperyalizme hürmet eden Harris, Hitchens ve Maher
gibi isimleri karşılaştırmak önem arz ediyor.
Ateizmi sosyalist görüşlerinin bir parçası olarak
gündeme gelen aydınlar, yoksullara ve her türlü haktan mahrum olanlara boyun
eğdirme sürecinde rol oynayan dinî kurumlara tepki geliştiriyorlar. Yeni
Ateistler ise mazlumların dinî inançlarına işaret ederek zulmü meşrulaştırmaya
çalışıyorlar. Hâsılı, “kitlelerin afyonu” sözünün yerini “vahşileri öldürün”
sözü alıyor.
Binlerce Iraklının öldürüldüğü ve sakat
bırakıldığı Felluce Savaşı sonrası Hitchens, kana susamış biri olarak şunları
yazabiliyor: “Ölü sayısı yeterince yüksek değil. […] Savaştan çok sayıda
cihadcı kurtuldu.” Devamında Harris, Müslüman halkların otokratik idareler
altında yönetilmesi gerektiğinden bahsediyor ve onlar için en uygun yönetim
tarzının “yumuşak diktatörlük” olduğunu söylüyor. Bu lafların Russell gibi
liberal ateistlerin özgürlükçü söyleminden çok uzak olduğu açık.
Rıza Aslan’ın daha doğru bir ifadeyle tanımlayıp
“anti-teizm” olarak nitelediği Yeni Ateizm, tüm iddialarına karşın, dine ait
metafizik iddialara yönelik boş ve tutarsız bir saldırı gerçekleştiriyor.
Özünde bu, “entelektüel” bir hareket değil.
Entelektüel sorgu sürecinin dayattığı standart bir
şarta uygun olarak, tarih boyunca âlimlerin ve teologların argümanlarıyla
uğraşmak istemeyen veya aslında uğraşamayan Yeni Ateizm, bostan korkuluklarını
ateşe veren kasıntılı adamların kendi yaptıklarını kutlayıp durdukları bir
literatür ortaya koyuyor. Bu hareketin saçmalıklarıyla ilgili olarak Bentley
Hart şunları söylüyor:
“Bunlar
şüpheci değiller, ateizmi gayet ucuza satın almışlar, o kaba kibirleriyle
kendilerini büyük birer stratejist zannediyorlar. Oysa bunlar, silahsız köylülerin
evlerini tanklarıyla ezen askerlere veya geneleve giriş ücreti cebinde olduğu
için kendisini büyük bir âşık zanneden adamlara benziyorlar.”
Yeni Ateizm, ne teolojiden ne de felsefeden
haberdar. Sadece bir tür siyaseti ve ideolojiyi pratiğe döküyorlar. Bu
siyasetin ve ideolojinin özgün bir yanı da yok.
Hem önemli bilimsel başarıların hem de kitle
katliamlarının altına imza atmış bir inanç olarak, ilerleme ve insanın
mükemmelleşmesine inanan Aydınlanma’nın en aşırı versiyonları, tüm bu
yazarların eserlerinde başköşede duruyor.
Harris, birkaç yüzyıldır insanın sömürgeci
pratiğinden dem vuruyor ve bu pratiğin ancak dinî engellerden kurtulmak
suretiyle ortaya konulabildiğini söylüyor. Hitchens ise Amerika’daki yerlilerin
imhasını onaylayan laflar ediyor ve bu imha sayesinde “insanlığın daha da
yüceldiğini, fırsatların ve yeniliğin çağına kapı aralandığını” iddia ediyor.
Kendilerini Aydınlanma’nın özgün hâli olarak takdim eden bu insanlar, yirminci
yüzyılın totaliterlerine has görüşleri dile getirmekten başka bir şey
yapmıyorlar. Sadece ilerleme standardı üzerinden, şiddeti New York Times’ın çok satanlar listesine girebilecek şekilde
yeniden ambalajlıyorlar.
Örneğin Chris Hedges, “ister seküler isterse dinî
forma sahip olsun, ahlâkî ilerlemeye dönük bu inanç büyülü bir düşünme
biçimidir” diyor. Bu büyülü düşünme biçimi, ilerlemenin önünde engel görülen
başka halkların tanımlanıp imha edilmesini savunuyor. Bu düşünme biçimi,
çoğunlukla sömürgeciliğin ideolojik düzlemde meşrulaştırılmasına hizmet ediyor,
zira ona göre önemli olan, yerli hakların Aydınlanma’nın fayda sağlayıcı
yönlerinin dayatılması suretiyle “yükseltilmesi”. Buradan da aynı düşünme
biçimi, gerektiğinde tüm halkların, kaynakların yağmalanması için imha edilmesi
gerektiğine işaret edebiliyor.
Bu, ilerleme fikrinin somut bir tezahüründen başka
bir şey değil ve bu tezahür sapkın ve aşırıcı bir içeriğe sahip. Tarihin en
karanlık kesitlerinde ortaya çıkan bu fikir, söz konusu yeni hareketin
aydınlanmış bilgeleri tarafından dillendiriliyor. Harris gibi kişiler için
bugün Müslümanlar temelde tarihe aykırı varlıklar:
“İslam’da
karşımıza tutsak edilmiş bir tarihi olan bir tür uygarlık çıkıyor. Bu
tutsaklığın kapıları kırılıyor ve on dördüncü yüzyılda Hristiyanlık tüm dünyaya
akma imkânı buluyor.”
Bu tür ifadeler, Müslüman halklara yönelik olarak
ayrım göstermeksizin gerçekleştirilen iğrenç saldırıları coşkuyla onaylıyor.
Yeni Ateizmin mayası zehirli, sömürgecilik yanlısı bir tür bağnazlıkla
karılmış.
Bu kesimlerin kendilerini “rasyonalistler” ve
“şüpheciler” soyundan geldiklerini iddia etmeleri tuhaf. Yeni Ateistler ve
takipçileri, konu İslam ve Müslümanlar olduğunda, en köktenci Hristiyanların
savundukları söylemleri ve politikaları taklit ediyorlar. Harris gibi isimlerin
“İslam’a karşı savaş”ın zorunlu olduğuna dair iddiaları, sağcı Hristiyanların
gerici, obskürantist düşlerine benziyor. Bunlarda şovenizm de gayet yaygın bir
husus. Sağcı Hristiyanlar da Yeni Ateistler de “uygarlık” götürme iddiaları
üzerinden Müslüman ülkelerin fethedilmesini destekliyor, ölenlerin dinine
bakarak kitlesel katliamları ve cinayetleri meşrulaştırıyor.
Arada sadece görünüşte bir farklılık var.
Hristiyan köktenciler, emperyalist fetih girişimlerine dinî sebeplerle
sevinirlerken, Yeni Ateistler ve takipçileri, uygarlık seviyeleri düşük
halkların imhasını “değerler” temelinde onaylıyorlar. Bu noktada Yeni
Ateistler, şüpheci veya ateist gibi yeni ya da tarafsız kategorilere değil,
Hristiyan köktencilere ait argümanlara göre hareket ediyorlar.
Yeni Ateizm, Tanrı’yı öldürüp yerine liberal
“değerler” ve bilimciliğin amorf bir karışımını koyuyor. Nietzsche’nin
ifadesiyle, liberal hümanizm esasen İsa yerine bireyi koyan bir tür
Hristiyanlıktan başka bir şey değil. Yeni Ateizm, aynı düşünceyi köktenci bir
dille ifade ediyor. Bu görüş dâhilinde Tanrı’ya ibadetin yerini kendine tapmak,
kendinin maddi kazanımlarına ibadet etmek alıyor.
Bu sebeplere bağlı olarak Yeni Ateizmin yeni bir
şey inşa etmediğini söylemek mümkün. Aksine, o tarih boyunca kendisini bazen
ortaya koyan kendini övmeye, güce ve dogmatizme dönük ilkel insanî güdülerin
yeni bir ifade biçiminden başka bir şey değil. Bazen din, bu tür güdülerin
dışavurulmasına yönelik bir araç olarak araçsallaştırılmıştır, ama insanın
doğası gereği hata yapan bir varlık olduğu gerçeğini kabul eden din, ayrıca
teoride her zaman bu ilkel güdüleri ıslah etmiştir. Harris ve Hitchens’ın
ideolojileri ise bu tarz duyguların vahşice ortalığa serilmesini ve onların tüm
dizginlerini kırmasını istiyor.
Bazıları işkenceyi ve toplu katliamı savunuyor,
öfkelenmek yerine yaşananlara üzülmekle yetiniyor. Ama hepsi de işkenceyi ve
katliamı, pragmatizm ve kültürel şovenizm gibi sebeplere bağlı olarak,
savunuyor. Bu aşamada ahlâkî aydınlanmanın yeni biçimlerine başvrulmuyor,
aksine ahlâk fetih ve kendini koruma ile ilgili içgüdüler temelinde çöpe
atılıyor. Yeni Ateist aydınlar, pratikte “yeni barbarlar” olarak tanımlanmalı.
Bunlar, bin yıllık ahlâkî ve fikrî ürünü, yavan bir bilimcilik ve ahlâkdışı
pragmatizm adına devre dışı bırakıp insanın en ilkel zihin durumuna geri
dönüyorlar.
Emperyal savaşlar bağlamında, sakin bir dönemde
ancak merak edilip incelenebilecek olan bu ideoloji, yaygınlaşıyor. Harris gibi
isimlerin Müslümanların aşağılık varlıklar olduğuna ve onlara şiddet
uygulanmasının meşru görülmesi gerektiğine dair felsefî argümanları, savaşın
yaşandığı bir dönemde işe yarıyor. Irak Savaşı ve Ebu Gureyb’de tutsakların
işkenceden geçirilip öldürülmesi, CIA’in ölüm listesi, ayrıca Guantanamo, ancak
bu türden saray aydınlarının sadakatle yürüttükleri hizmet olmaksızın mümkün
olamazdı.
Dolayısıyla somut hiçbir felsefî veya teolojik
argüman dile getiremeyen Yeni Ateistler, daha kolay olan bir işe soyunuyorlar
ve gücü, şiddeti meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu sebeple söz konusu hareketin
ne olduğunun idrak edilmesi şart: o, toplumlarının hâkim kesimlerine mensup
imtiyazlı, eğitimli beyaz erkekler arasında görülen, özgürlüklere düşman olan
öfkenin ve şovenizmin ifadesi. Başka bir ifadeyle, Yeni Ateizm, hâlen daha
kendilerini “liberal” olarak niteleyen insanların dogmatik ve üstünlükçü
ideolojisi.
Bugün işe yaramasına rağmen muhtemelen Yeni
Ateizm, öylesine yavan bir ideoloji ki mevcut “avantaj”ını zamanla yitirecek ve
önerdiği politik yol hükmünü yitirecek. Üzerindeki yaldız sökülüp atıldığında
onun boş, anti-entelektüel bir hareket olduğu görülecek. En iyi hâliyle bu
hareket, pop kültürüne ait bir olgu, savaş zamanında yurttaşların vicdanını
rahatlatma yolu.
Yeni Ateistlerle ateizmin
entelektüel açıdan önem arz eden isimlerini kıyaslamanın mânâsı yok. Bunlar,
zalimin suratına hakkı haykırmak yerine, iktidarın en berbat ve en korkunç
işlerini meşrulaştırıyorlar ve gücün yanına hizalanıyorlar. Bu hareket öyle
kibirli ki esasen kendi kendisinin kökünü kazıyor. Umalım ki akla ve ahlâka
sahip ateist çoğunluk, bu özgürlük düşmanı kesimlerin elindeki bayrağı alır.
Murtaza Hüseyin
15 Nisan 2015
15 Nisan 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder